Genel

Fırtınalı Buluşma

Yağmur, mudanya’nın kayalık kıyılarını döverken, fırtına denizi köpürtüyordu. Deniz fenerinin ışığı, dalgaların arasında kırılıp, karanlıkta bir fısıltı gibi parlıyordu. Lara, fenerin tepesindeki küçük odada, ıslak saçlarını havluya sarmış, pencereden dışarı bakıyordu. Dar bir tişört giymiş, altında sadece bir külot – yağmur onu ıslatmış, kumaş tenine yapışmış, göğüslerinin kıvrımlarını belli belirsiz ortaya çıkarmıştı. Rüzgar, camı titretiyor, Lara’nın içindeki huzursuzluğu alevlendiriyordu. Yalnızlık, bu fırtınalı gecede, arzuya dönüşmüştü.

Kapı çaldığında, kalp atışları hızlandı. “Kim o?” diye seslendi, sesi fırtınanın gürültüsünde kayboldu. Kapıyı açtığında, karşısında o adam duruyordu – Deniz kazazedesi gibi, sırılsıklam, gömleği vücuduna yapışmış, kaslı göğsünü ve karın kaslarını belli eden bir heykel. “Yolumu kaybettim,” dedi, gözleri Lara’nın ıslak tişörtüne kaydı, dudakları hafifçe aralandı. “İçeri gir,” diye fısıldadı Lara, eliyle kolunu tuttu, parmakları ıslak teninde kaydı, bir elektrik çarpması gibi.

Oda küçüktü, lamba loş bir ışık saçıyordu. Adam, havluyu aldı, ama Lara’nın gözleri ondan ayrılmıyordu – pantolonunun ıslak kumaşı, bacaklarının arasını belirginleştiriyordu, sertliğin izi belli oluyordu. “Isınmalısın,” dedi Lara, sesi boğuk, yaklaştı. Elleri adamın gömleğini çekti, düğmeleri koparcasına açıldı, göğsü çıplak kaldı: Tuzlu su damlaları akıyor, meme uçları soğuktan sertleşmiş. Lara eğildi, dilini ucuyla değdirdi birine, tuzlu tadı emerek; adamın nefesi kesildi, eli saçlarına dolandı, “Tanrım…” diye inledi.

Adamın parmakları, Lara’nın tişörtünü yukarı sıyırdı, göğüsleri özgür kaldı – dolgun, uçları pembe ve dik, yağmurdan parlayan. Dudaklarını birine bastırdı, emerek, dişlerini hafifçe geçirerek; Lara’nın sırtı duvara yaslandı, bacakları titredi, bir inilti kaçtı dudaklarından. “Daha fazla,” diye yalvardı, eli adamın pantolonuna indi, fermuarı açtı – sertliği avucuna doldu, kalın, damarlı, nabız gibi atan. Parmakları etrafını sardı, yavaşça sıktı, yukarı aşağı kaydırdı; adamın kalçaları kıvrandı, “Seni hissetmek istiyorum,” diye homurdandı, külotunu aşağı çekti.

Lara’yı kucağına aldı, masaya yasladı – bacaklarını açtı, iç çamaşırı yoktu artık, ıslaklığı fırtınadan mı arzudan mı belli değildi. Adam diz çöktü, nefesini Lara’nın bacak arasına üfledi, sıcak bir rüzgar gibi; dilini değdirdi klitorisine, dairesel hareketlerle yaladı, emdi. Lara’nın elleri masayı sıktı, “Evet, orası…” diye inledi, kalçalarını kaldırdı, adamın saçlarını çekti. Dilinin ucu içlerine daldı, ıslak duvarlarını keşfetti, parmakları eklenince – iki parmak, kıvrılarak G noktasını buldu – Lara’nın bedeni sarsıldı, bir dalga gibi kabardı.

Ayağa kalktı adam, sertliğini Lara’nın girişine dayadı, yavaşça girdi – santim santim, gererek, doldurarak. Lara haykırdı, zevkin keskin acısıyla, bacaklarını beline doladı, “Derine, lütfen.” Ritm başladı: Hızlı, vahşi vuruşlar, masanın gıcırtısı fırtınaya karıştı. Adamın elleri göğüslerini sıktı, meme uçlarını çimdikledi; Lara’nın tırnakları sırtını yırttı, kırmızı izler bıraktı. Her vuruşta, klitorisi adamın kasıklarına sürtündü, baskı büyüdü, “Geliyorum, ahh…” diye bağırdı Lara, kasları sıkıştı, sıcak sıvılar aktı, dalgalar halinde boşaldı.

Adam hızlandı, derin iniltilerle peşinden geldi, sıcaklığını içini doldurarak, bedenleri yapış yapış ter ve yağmurla birleşti. Fırtına dışarıda dinmiyordu, ama içerideki fırtına sönmüştü – sadece nefesler ve kalp atışları. Adam, Lara’nın boynuna gömüldü, “Bu gece… unutulmaz,” diye fısıldadı. Lara gülümsedi, parmaklarını saçlarında gezdirdi. Sabah, fenerin ışığı gibi, yeni bir gün doğacaktı – belki de yeni fırtınalarla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir